4 Temmuz 2012 Çarşamba

MİNİK HOUSE'UN ÖYKÜSÜ



Bol kedili-köpekli bir çocukluk geçirdim. Evimizin bahçesinden ve apartmanın girişindeki merdiven altından kediler eksik olmazdı. Sadece bizim hayvanları seviyor oluşumuzdan değil elbette, inanılmaz yufka yürekli bir anneye sahip oluşumuzdan da kaynaklanıyor bu durum. En son yaşadığımız kuş vakasından sonra ailecek pek bir üzülünce annem evcil hayvan edinme konusunda ‘’ Bir daha olmaz. Anduee, colde andue!’’ naraları atar oldu. Haksız da değil, evcil hayvan beslemek her an uçabilitesi, kaçabilitesi olan bir varlığa haddinden fazla bağlanmak demek. Kabullenmiş olduğum bu durum bu sene değişti nedense. Kendi kendime kedi sahibi olmanın hayallerini kurmaya, olmayan kedime ad düşünmeye falan başladım. Anneme teklif ettiğimdeyse yine olumsuz bir cevap almıştım ta ki düne kadar. 

Benim iyi yürekli annem yolda gördüğü küçük, sakat acayip sevimli bir kediyi kapmış getirmiş veterinere götürelim diye. ‘’Tedavi ettirdikten sonra ne yapacağız, evde beslesek olmaz mı?’’ diye sorunca pek emin olamasa da tamam dedi. Biz de bu sabah kediciği veterinere götürdük. Bizim evin yakınlarında veteriner olmadığı çarşıya gitmek zorundaydık, kediyi de karton kutuya koyduk mecburen. Çok düşünceli ben hayvan korkmasın ve hava alsın diye kutunun yanlarından pencereler açtım, biraz abarttığım için kedi o açıklıklardan dışarı çıkmaya çalıştı yol boyunca. Biz de elimizle pencereleri kapatmaya çalıştığımızdan bol bol ısırıldık. Veterinere geldiğimizdeyse ayağının eklem yerinden çıktığını ve ameliyat olması gerektiğini söyledi. Ameliyat içinse Konya’ya gitmemiz gerekiyormuş. Maalesef ki buna imkânımız yoktu. Evde beslemek istediğimizi söylediğimizde ‘’Sizin için zor olur, şimdi zayıf olduğu için yürüyebiliyor, kilo alınca yürüyemez ve ayağını sürüdüğü için yaralar çıkar.’’dedi. Tedavi ettiremeyeceğimizi öğrendikten sonra bu 2.bir yıkım oldu bizim için. Sonra kardeşim ne düşündü bilmem ama ben en azından son zamanlarını sokakta perişan halde geçirmesin diye ısrar edip aşısını yaptırdım, aşını gelmesini beklerken de kedinin adını House koymaya karar verdik. (yüce Doktor House’a buradan selamlar.) Bir de şampuanını alıp eve döndük. 

İşin en zor kısımlarından birine sıra gelmişti; House’u yıkamak! 2 kişi zar zor ve House’un çığlıklarıyla birlikte banyo işini de hallettik. Artık gönül rahatlığıyla evin içine bırakabiliriz düşüncesiyle havluya sarıp bir yere koyduk House’u. Titremeye başlayınca korktuk haliyle, saç kurutma makinesiyle tüylerini kurutmaya başladık. O sırada kardeşim House’un üstündeki keneyi fark etti, ya da öyle sandı büyük ihtimalle. Havluya sarılı olduğundan odada herhangi bir yere temas etmemişti Allahtan. Ama biz defalarca ısırıldığımız ve tırmalandığımız için baya korktuk. House’u mecburen apartmanın girişine bırakıp ona değen tüm kıyafetlerimizi makineye attık. Anneme söylediğimizdeyse ‘’ Ben akşam gelince keneyi çıkartırım, zararsızdır o.’’ falan dedi. Nasıl çıkartacak hiç bilmiyorum ve House’un durumu kocaman bir muamma şu anda.

Bu talihsiz olayla anladım ki ben evcil hayvan beslemeye hiçbir şekilde hazır değilim. En başta hayvanın sebep olacağı kirliliğe, dökeceği tüylere, bulaştırma ihtimalinin olduğu hastalıklara razı değilim. Başına bir şey geldiğinde yaşayacağım bunalım da ayrı bir mesele. O yüzden bir süre daha, belki de ömür boyu evcil hayvan sevgimi kalbime gömmeliyim.


Edit: House'un net resimlerini çekince koymak istedim sayın okurlar. Şu anda kendisi gayet iyi, güzel güzel yaşıyoruz. Mutluyuz. *-*



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder