Herhangi bir animeyle ilgili bir şeyler yazmak konusunda
fazlasıyla çekingenim ben. Her şeyden önce bu konuda bir iddiam yok; şu anime
çok iyiydi, bunu beğenmedim tarzında yorumlar ve kıyaslamalar yapabilecek seviyede
olduğumu düşünmüyorum. Bunun için önümde uuuuupuzun bir yol var şimdilik. Ama dayanamayıp,
haddim olmayarak bu güzelim anime hakkında yazmak istedim; kendim için. İlerde blogu
açıp baktığımda bana Kuroshitsuji’yi izlerken yaşadığım güzel anları
hatırlatacak bir şeyler olsun diye düşündüm. Velhasıl-ı kelam yazımın konusu
Kuroshitsuji efendim, içerikteki yetersizlikler için de çoktan özrümü diledim.
Hikâye 1800’lü yılların İngiltere’sinde geçiyor. Kraliçenin hizmetkârlığını
üstlenen soylu bir aile; Phantomhive. Ailemizin malikânesinde bir yangın
çıkıyor ve anne-baba Phantomhive ölüyorlar, geriye tek çocukları olan Ciel
kalıyor. O da bir süre ortadan kaybolduktan sonra yanında bir uşakla malikaneye
geri dönüyor.
Uşak dendiğine bakmamak lazım tabii ki, kendisi, yani Sebastian Michaelis insan üstü mükemmelliğinden de anlaşılacağı üzere insan değil, lanet olası bir şeytan. Bizdeki ruhunu şeytana satmak deyimi Ciel ile Sebastian’ın arasındaki anlaşmayı tanımlayabilir sanırım. Ciel ailesinin intikamını alıncaya kadar Sebastian’ın efendisi oluyor, intikam alındıktan sonra da Sebastian Ciel’in ruhunu afiyetle yiyecek. Bu intikam alma sürecinde ikilimiz kraliçenin isteklerini yerine getiriyorlar, gizemli olayları çözüyorlar, bu arada da Ciel’in ailesinin ölümüyle ilgili çözümlemeler yapıyorlar.
Uşak dendiğine bakmamak lazım tabii ki, kendisi, yani Sebastian Michaelis insan üstü mükemmelliğinden de anlaşılacağı üzere insan değil, lanet olası bir şeytan. Bizdeki ruhunu şeytana satmak deyimi Ciel ile Sebastian’ın arasındaki anlaşmayı tanımlayabilir sanırım. Ciel ailesinin intikamını alıncaya kadar Sebastian’ın efendisi oluyor, intikam alındıktan sonra da Sebastian Ciel’in ruhunu afiyetle yiyecek. Bu intikam alma sürecinde ikilimiz kraliçenin isteklerini yerine getiriyorlar, gizemli olayları çözüyorlar, bu arada da Ciel’in ailesinin ölümüyle ilgili çözümlemeler yapıyorlar.
Ciel Phantomhive; yaşından beklenmeyecek bir olgunluğa, ya
da kine ve nefrete sahip bir çocuk. Anime boyunca doğru düzgün güldüğünü
göremedik, ama bu onun insanüstü bir güzelliğe sahip olduğu gerçeğini
değiştirir mi? Hayır! Aman aman, nasıl güzel bir çocuksun Ciel. *-*
Sebastian Michaelis; kelimelerin kifayetsiz kaldığı yerdeyim
dostlar… Sebastian hakkında ne desem az gibi. Phantomhive gibi bir ailenin
uşağı olarak yapamayacağı bir iş yok zaten. Çekiciliğine, güzelliğine,
tavırlarına aşık olmamak mümkün değil. Benim için en bomba anime
karakterlerinden biri, keşke gerçek olsa, benim de bir Sebastian’ım olsa deyip
durdum anime boyunca. *-*
Elizabeth Ciel’in beşik kertmesi. :D Makarna burgusu-kalıp
saçlarına bayılsam da sürekli ağlayışı, ‘’Bu hiç sevimli değil!’’diye saçma
sapan çıkışları sinirimi bozdu zaman zaman. Hadi bunları geçtim Ciel’i hak
etmiyordu bence, orda Sebastian gibi bir güzellik varken hem de. :D
Üçüz dingiller; malikânenin hizmetçileri ve Tanaka; efendim
spoiler olmasın diye bu kardeşler hakkında fazla bir şey söylemiyorum. Tanaka’nın
zamanlı zamansız chibi olması animenin ciddi havasını bozmuş, komiklik
katamamış bence.
Animenin 2.sezonunda hikayeye Alois Trancy ve onun uşağı
Claude katılıyor. Onların durumu da Ciel-Sebastian ikilisiyle benzer. İlk
sezonu bitirdikten sonra 2.sezona önyargılı başlamıştım ben, aman yeni
karakterler mi girecek, çok da uyuz tiplere benziyorlar diye söylenmiştim ama
2.sezon uşak-efendi ilişkilerine yoğunlaştığı ve daha sıra dışı konuları
işlediği için daha güzel geldi bana. Ve maalesef ki kısaydı. Birkaç bölüm daha
olsa çok mutlu olacaktım. T___T
Animede bariz bir mükemmel şeytan-kötü melek olayı
göreceksiniz sizler de, bu konuya fazla takılmadım ben. Hikaye o kadar güzel ve
sürükleyici ki takılamıyorsunuz bile. Hatta eğer farklı niyetleri varsa da buna
ulaşıyorlar ve bir şeytana âşık olmuş olarak bitiriyorsunuz animeyi. Neredeyse
açılış ve kapanış şarkılarından bahsetmeyi unutuyordum. İlk sezonun açılış
şarkısı SID-Monochrome no kiss. Şahsen ben 2.sezonun açılışı olan The
GazettE-Shiver’dan daha çok beğendim. Zaten hemen maymun iştahlılık yapıp zil
sesi olarak kullanmaya başladım. Bir de bu şarkının Sebastian-Ciel ilişkisini
çok iyi anlattığını düşünüyorum ben. *-* 2.sezonun kapanışı da Yuya Matsushita’nın Bird
şarkısı. Zaten bu çocukcağız Kuroshitsuji’nin müzikalinde Sebastian’ı
canlandırmış.
Animeyi izlemeyi düşünenler varsa daha fazla vakit
kaybetmesinler bence, kendilerini Sebastian’ın kollarına bıraksınlar. Benim söyleyeceklerim
bitmedi maalesef ki, şimdi de bol spoilerlı bir bölüm geliyor. :D
DİKKAT! SPOILER İÇERİR!
Evet efendim, şimdi rahat rahat içimi dökebilir, aklıma
takılanları yazabilirim.
Öncelikli Sebastian-Ciel ilişkisi içimde kanayan bir yara
artık. Animenin başından sonuna kadar belki yaoiye döner diye umutla bekledim,
olmadı. Ekşi Sözlük’ten okuduğum kadarıyla hikâye ilk başta yaoi olarak
düşünülmüş, editör kabul etmeyince bu şekilde değiştirmişler. O editörün benden
ne kadar beddua aldığını tahmin edersiniz herhalde... Yine de her hareketten
anlam çıkartıp, ufak tefek şeylerle shounen-ai olmasıyla teselli buldu gariban
fangirl kalbim. T__T
Mesela burada, Claude’ın Ciel’e kafayı takmasından sonra
Sebastian kıskançlık krizlerine giriyordu.
Burada da yarışırlarken Ciel’e arzu dolu gözlerle bakan
Claude’u fark eden Sebastian, yüzüne bir şeyler atıyordu. Manyak. :D
Yine Ciel için kapıştıkları bir yerde Sebastian en
karizmatik ve çekici haliyle, ‘O benim yârim ulan!’tarzında bir çıkış
yapıyordu. Claude’un yerinde olsam Ciel’i bırakıp Sebastian’a sarardım da işte,
düşmüşler bir ruh yeme derdine…
Sebastian’ın her an
karizmasını koruyuşu…
Animedeki karakterlerin sürekli Sebastian’a ve Ciel’e
yazışları da çok komikti. Claude zaten sapık, küçücük çocuğun ayağını öpmeler
falan. >__<
Sebastian kedi sevgisine de eridim bittim resmen. Ben de kedi manyağıyımdır, bak işte ortak bir noktamız, kaderimde sen varsın Seboş diye çırpındım sürekli.
Aklıma takılan şeyler de var; mesela Ciel şeytan olduktan sonra
Sebastian ona çay koyuyor, daha doğrusu fincan ve çaydanlık boş. Orası ne iş
anlamadım. Acaba Ciel orda ruh mu içti falan diye düşündüm ama o da pek
mantıklı gelmedi.
Bir de ikisi malikâneden ayrıldıktan sonra nasıl bir hayat
sürecekler çok merak ediyorum. Ciel de artık şeytan olduğu halde Sebastian onu
kucağında taşıyor mesela, çakal. :D Tamam uşağısın ama bu kadar da olmaz. :D
İşte böyle sayın okurum, onlar ermiş muradına biz çıkalım
kerevetine…
Şeytanlar yemek yemez. Ciel de bu yüzden boş fincanı yudumluyordu. Sebby-chan'ın hiç yemek yediğini gördün mü?
YanıtlaSilAlois Trancy Ciel den kat kat üstün bir karakterdir eminim
YanıtlaSilHohoho beni böyle bir yorumla coşturduğun için teşekkürler. Şimdi müsadenle kuroshitsuji mangasını okumaya gidiyorum hehehehhe
YanıtlaSilşey acaba buraya kuroshitsuji nin Türkçe mangasının linkini atabilirmisiniz bide ciel şeytan olduktan sonra hiç bir şekilde şeytanlık belirtisi göstermiyor yani sadece orda boş fincandan içmiş gibi yapıyo diğer zamanlarda şeytan olduğunu unuttuğunuz bile oluyo yani :)
YanıtlaSilbook of circus da şeytan değil çünkü ve gelecek sezonda da olmayacakmış ;-; manganın türkçe çevirisinde de şeytan olduktan sonrası yok ama gelecek sezonun bölümleri var okumak istersen internete aratıp bulabilirsin :3
YanıtlaSilbook of the atlantic i izlememişsin sanırım ondan izzy e bu nefrein :)
YanıtlaSil