25 Eylül 2016 Pazar

   

              BENİM GÖZÜMDEN

              Milletimizin atlattığı kocaman bir badireden bahsetmek istiyorum kendimce. 15 Temmuz'dan.



       16 Temmuz'da çok sevgili ablamın nişanı olacaktı ve bu sebeple evimizde normal nüfusumuza ek olarak baya bir kişi daha vardı. Ablam ve nişanlısı da İstanbul'dan yola çıkmışlardı saat 22:00'da ama çok ilerleyememişlerdi tabiki. Hatta bu darbe fikrini ilk o söylemişti bize. Otobüs durumdan ötürü durmak zorunda kalmış bir yerlerde, e haliyle içerde bir sürü insan haber alıyorlar birilerinden. Teyzenin biri de tutmuş askeri darbe oluyor demiş. Ablam da bize telefonda, teyzenin biri böyle böyle diyor diye söylemişti ve gülmüştük... Meğer ağlanacak halimize gülmüşüz. Olayların seyri malum zaten, hanelerden yükselen kocaman şok dalgalarıyla televizyondan olayları takip ettik. Başbakan'ın açıklaması, sonra TRT'den yayınlanan kıytırık darbe bildirisi.. Bildiri okununca bitti diye düşünmüştüm niyeyse. Hep filmlerde, dizilerde izlediğimiz sahneyi yaşıyorduk. Sokağa çıkmak yasaklanmıştı! Şaşkındık, belki de ben şaşkındım en çok. Hayal ettiğimde çok korkunç gelmişti bu durum. O sıradaydı sanırım, bu sefer de Cumhurbaşkanı telefonla bir kanala bağlanmış ve herkesi meydanlara çağırmıştı. Önce şu detayı vereyim, evimizin çok yakınında belediyeden ilanların verildiği bir hoparlör var. Sık sık cenaze ilanları da verilir, çok iyi bir hatırlatıcıdır yani bizim için. Cumhurbaşkanının çağrısından sonra her zamanki gibi hoparlörün açıldığına dair gelen o hışırtı sesi geldi ve yine aynı ses "İlan" diye söze başladı. O anki heyecanımı ve korkumu anlatamam. Zaten bildiri okunurken hissettiğim şeylerin üstüne bu gelince, herhalde sokağa çıkma yasağını bir de buradan duyuracaklar diye düşündüm. Gözlerim doldu. İlanın gerisinin gelmesinden önceki birkaç saniyede o kadar çok şey doluştu ki aklıma. Sabaha nasıl çıkacağız sorusunu sordum kendime, ertesi gün nasıl olacak? Şükür ki o birkaç saniye zamanın göreceliliğiyle benim için yavaş geçse de ilanı duyuran kişinin sesi tekrar duyuldu ve cumhurbaşkanının çağrısı bir de buradan yinelendi. Toparlanıp meydana gittik iki arabayla. Meydanın yarısı çoktan dolmuştu. Evet küçük bir Anadolu şehriydi bizimki ama çok şükür insanlar bu duruma duyarsız kalmamışlardı. Bir yandan ablamlardan haber almaya, bir yandan meydandaki ekrandan olayları takip etmeye çalıştık. Yine kırılma noktalarından biri verilen selalar oldu o gece. Bizim oradaki meydanın hemen karşısında bir cami var. Hepimizin yüzü ekrana dönükken bir anda sela verilmeye başlandı ve hepimiz, herkes yüzünü camiye döndü. Gözlerimiz dolu dolu, tüm meydan selayı dinledik. O sela okunurken hepimizin kalbi birdi. Böyle bir duyguyu ilk o zaman yaşadım sanırım. Tüylerim diken diken olmuştu. Çok çok güzeldi. Aynı anda hem korkuyu hem hüznü hem mutluluğu yaşadım. Çok şükür ki hala bizi bir arada tutan şeyler vardı...


        Sabahı meydanda bitirdik. Eve döndüğümüzde olaylar, yaşananlar yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Ankara'da, İstanbul'da birçok insanımız şehit oldu. Allah onlardan razı olsun, yakınlarına sabır versin. Yine de onlar çok güzel insanlardı ki çok güzel bir mertebeye eriştiler. Ne mutlu eşlerine, çocuklarına.. Ve Ömer Halisdemir isimli kahramanla tanışmış olduk. Tanıdığım bir şair, böyle bir insanın kalmış olabileceğine inanmazdım demiş bir paylaşımında. Ben de kesinlikle böyle düşünüyorum. Bilemezdim, hiç tahmin edemezdim böyle bir yiğidin olabileceğini aramızda. Allah ondan bin kere razı olsun. Bu ülkede nice nice Ömer'ler yetişir inşallah. Ve en çok da nasıl bir millet olduğumuzu anlamış oldum. Tanımıyormuşum meğer bizi.


         Belki yaşanılanlar ileride çok çok farklı şekillerde ortaya çıkacak ama tankların önüne atlayan, kurşunlara karşı alnı dimdik duran, o köprüyü kimselere yar etmeyen insanları asla unutmayacağım ve eminim ki bir tek ben değil kimse unutmayacak. Milletimiz koskocaman bir destan yazdı o gece. Gerçek manada bir destan. Ve Korkmadı!  Ve asla korkmayacağını da bütün dünyaya göstermiş oldu. Allah bizim birliğimizi bozmasın ve böyle günleri tekrar yaşatmasın. Ülkemize, milletimize, birbirimize sıkı sıkı sarılmayı nasip etsin. Bize bunları yaşatanların da yüzlerini güldürmesin.


     







                        Belki merak edersiniz, ablamlar normal şartlarda cumartesi sabahı eve ulaşacakları evimize çok şükür sağ salim cumartesi akşamüstü ulaşabildiler. Nişanı da ertesi gün yaptık tabiki. :)




20 Eylül 2016 Salı

ROKA

Bugün kendisinden roka aldığım pazarcı abi bana her şey gönlünce olsun dedi. Çok basit değil mi? Belki sadece 1 dakika filan konuşmuşuzdur. Roka var mı diye sordum, var dedi. Bir tane alayım dedim, iki olsun dedi filan. Sonra ben de bitiremem ama neyse dedim, pazarda hayır demeyi yavaş yavaş öğreneceğim inşallah. Sonra o da bitiremezsen getir ben ekmek arası yapar yerim dedi, güldük. Tamam dedim. O da her şey gönlünce olsun dedi işte. Bu kadar. Komik gelebilir ama daha önce hiçbir pazarcı bana böyle bir şey söylememişti. Ve ben çok mutlu oldum. Sanki gittikçe kaybediyoruz güzel şeyleri. Çok çok çok basit bir şey değil mi bir insana her şey gönlünce olsun demek? Yine de kalplerimiz katılaşmaya başladıkça birisinin gönlünce olan şey bizim gönlümüze değer de bizim istediklerimizi engeller diye mi düşünüyoruz? Bilemiyorum. Velhasıl, rokaları ve pazarcıları sevelim. Bir de birbirimize iyi dileklerde bulunmaktan korkmasak daha güzel olacak sanırım, kendime de bunu telkin ediyorum. Sanmayın ki iyi dilek küpüyüm arkadaşlar, değilim malesef. "Velhasıl"dan sonra konu bitirilirdi ama ben bitiremedim. Neyse. Buraya bir de Tom Odell şarkısı bırakıyorum, içinde Kevin Spacey de var. Bence bakın.


Görüşmek üzere.